Ana Sayfa Genel, Sür Manşet 8 Ocak 2018 3199 Görüntüleme

Bir Babanın Ardından…

“Vefatı sonrası hastalığı ile ilgili kulaktan dolma söylentilerin önüne geçmek, Babamı bir kez daha sizlerle ve Beykoz Kamuoyuyla birlikte anmak düşüncesiyle bu yazıyı kaleme almak istedim. “

“Vefatı sonrası hastalığı ile ilgili kulaktan dolma söylentilerin önüne geçmek, Babamı bir kez daha sizlerle ve Beykoz Kamuoyuyla birlikte anmak düşüncesiyle bu yazıyı kaleme almak istedim. “Cümleleri ile kaleme aldığı yazısını basınla paylaşan Merhum Ayhan Şişman’ın oğlu Kaptan Abdullah Şişman’ın yazısını yayımlarken Merhuma Allah’tan rahmet dileriz.

Babam… 

Ayhan Şişman;

Babamız, arkadaşımız, dostumuz, herkesin renkli ceketleriyle fanatik Fenerbahçeliliğiyle tanıdığı; hatta tanısın; tanımasın, karşılaştığı herkesin yüzünde tebessüme sebep olan babam Ayhan ŞİŞMAN’ın vefatının 1. Yılı…

Vefatı sonrası hastalığı ile ilgili kulaktan dolma söylentilerin önüne geçmek ve onu bir kez daha sizinle beraber anmak adına bu yazıyı kaleme almak istedim.  Babamız, milyonda bir görülen, Türkçe adı dahi olmayan bir hastalığa yakalanması sebebiyle vefat etti. İsmi “Psoudomiksoma Peritonei” Ne yediği, ne içtiği ne de sigara sebep oldu bu hastalığa.

Yakalandığı hastalığın literatür sebebi apendiks kaynaklı görünse de asıl sebebi babamızın sevgi dolu ve iyi kalpli bir insan olması. Çünkü en çok onlar üzülür, kırılır, hayatın yükünü çekmezler mi? Öyle ki hayatı boyunca hep iyi niyeti kullanıldı babamın. Özellikle hastalığa yakalanmasının bir kaç sene öncesinden babamı üzen yakın akrabalarımız, arkadaşları, hepsine kızdım, çok kızdım.  Babama olan saygımdan sustum, sustuk. Biz babamı üzmüyorken onların ne haddineydi hep böyle düşündüm. Babam hep kinciliği bırakın derdi. Vefatından bir kaç gün önce hayatı boyunca en çok darbe aldığı kişiyi bile görmek istediğini söyledi. Hastalığı süresince bazılarının hatalarından dönmelerini bekledi.

İnsanlara babamızın öleceğini söylemedik ama aylarca hastane de yatan birinin ciddi bir durumu olduğunu düşünebilirlerdi. En azından bazı şeylere ara verip, daha sonra istedikleri gibi tekrar hayatlarına devam edebilirlerdi.  İnsanlar genelde evlatlarından çeker ama sağ olsunlar, bize fırsat vermediler. Vefatından önceki bir kaç sene boyunca yaşadığı bu üzüntü ve stres öncelikle karın içerisinde tümör oluşmasına sebep oldu. Sonrasında organları dışarıdan sardı ve ilerleyerek üzerlerine baskı yapmaya başladı. Vücut, hastalığın ilerlemesiyle önlem olarak karın içinde su toplamaya başladı, artan baskı sebebiyle babamızın iştahı azaltmıştı ve hastalık ilk belirtisini çok geç göstermişti.

Hastalığın adı Türkçe olmayınca, ölüm Allah’tan olunca, doktorların kalbinde bir gram insan sevgisi, akıllarında ise karşılarındaki hasta harici her şey olması sebebiyle (istisnalar hariç) babamızın hastalığının adının konması, her gün hastanelerde doktorların kapısını aşındırmamıza rağmen, bu şartlarda 3 ay sürdü. Yanlış ya da gereksiz tedavi yöntemlerine başvuruldu. Bir mide endoskopi sonucu 3 hafta beklendi. Karnında 20 cm aleni tümör gözüken babama, gastrit teşhisi konuldu. Gastrit hastalarına verilen ikili antibiyotik ilaç verildi. Hastanede yatarken doktor sabah vizitesine gelmiş, babam iyileşmeden çıkmak istemediğini tamamen moral toplayıp, var gücüyle hastalıkla olan savaşına devam etmek istediğini söylediğinde doktor gaddarca “e ölene kadar burada mı kalacaksın?” demişti. Babamın yattığı servisin adı Onkolojiydi ve doktorun insafsızlığı bizi şok etmişti. Hızlı bir hamleyle lafı değiştirip babamın dikkatini dağıttım.

Bir çok hastane ve doktor gezmemize rağmen finalde seksenine merdiven dayamış onkoloji hocası, hepimizin annesi babası ölüyor diyerek, hiç bir şeyin fayda etmeyeceğini söylemiş yazdığı kemoterapinin işe yaramayacağını bile bile bize kemoterapi vermiştir. Elimiz mahkum aldık, Babama faydası yok ama ilaç sektörüne vardı elbette.

Silahşörlerden en büyüğü babamızın ayağı, ciddi bir taşa takılmıştı. Bu seksenindeki doktor babamıza üç ay ömür biçti. Yapacak bir şey yok diyerek. Her zaman söylenen meşhur tek doktorun sözüne inanma sözü ile beraber teşhis ile başka doktorlara da danıştık fakat seksenindeki doktorun üniversite de hocaları olduğunu öyle diyorsa doğru olduğu konusunda bilgi verdiler. Biz hala yapacak bir şeyler olduğuna, babam için yapabileceklerimizin bitmediğine inanıyorduk, daha doğrusu inanmak istiyorduk. Hastalığın belirtisinden sonra 3 koca ay geçmiş babam kilo kaybetmiş, damardan aldığı serum ve mama ile ayakta durmaya çalışıyordu. Bir yudum su dahi içmek onun için büyük işkenceydi.

Babamla mevzusu açıldığında, “hep küçük oğluma kızı sen istersin, kızım için geldiklerinde ise beraber, sonra gelin deme” planlarımız vardı. Babam ellerinden tutup okula gidecekti onlarla.

Dostumuz için bir şeyler yapmalıydık, önce duamızı kuşandık, sonra araştırma sonucu babamın hastalığının kitabını yazmış hastalığı gibi nadir görülen dünyalar iyisi doktorumuzu bulduk, babamızla tanıştırdık, ameliyat günü aldık. Ameliyat günü büyük umutlarla hastaneye yattık. Uzun bir ameliyatın ardından babamızın karnında 4,5 kg tümör ve 1,5 litre su alındı. Ameliyat sonunda damardan alınan kemoterapi yerine, sıcak kemoterapi diye adlandırılan santrifüj makinesiyle karnına kemoterapi ilaçları direk verilerek ameliyat sonlandırıldı. 2 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra 10 günde oda da kalarak hastaneden taburcu olduk.

Ameliyat sonrası karnında maalesef ana damar üzerinde karaciğer ve mide arasında kritik bir noktadaki bir kısım tümör alınamadı. Riske etmemek adına doktorumuzla ilaçla küçültülerek alınabilir diye hem fikir olduk. Tabi bu durum annem kardeşlerim ve benim aramızdaydı. Kimseye söylemedik. Karın içerisinde kalan tümöre rağmen kötü senaryo da 2 senesi vardı babamın. Tabi ki biz işi şansa bırakmayıp kalan tümörün küçülmesine müteakip tekrar ameliyata sokacaktık babamızı. Hastalığının başından taburcu olana kadar babamıza gerçeği hiç söylemedik. Karnındaki tümörden bahsederken bile bu kelimeyi kullanmadık.

Ameliyat sonrası eve döndüğümüz günü hiç unutmuyorum. Çok uzun zamandır dilimize dolanan iyileşince şöyle oturup karşılıklı çay içelim planımız hastaneden taburcu olacağımız gün yapıldı. Su bile içemezken 1 bardak çay içti babam. İnanılmaz bir mutluluk, onca hengâmeden sonra inanılmaz bir şeydi bizim için. Mutluyduk. Ameliyatına kadar 25 kilo veren babam şimdi yavaş yavaş tekrar kilo almaya başlamış neredeyse herkes gibi gündelik hayatına dönmüştü. Yemek yiyebiliyor serum takviyesi olmadan günlerini geçiriyordu.

Gemiden indikten 4 ay sonra artık tekrar gemiye dönmeli babamla vedalaşmalıydım. Eşimden ve çocuklardan ayrılmak zorken her defasında dostumdan ayrılmakta beni çok üzüyordu. Gitmeye mecbur olmasam kesinlikle gitmezdim fakat sosyal devlet anlayışından uzak bir memlekette yaşadığımızdan parası olmayanlar daha çabuk ölüyordu bu memlekette. 15 Temmuz akşamı Ambarlı limanından gemiye katıldım. Akşam köprüden geçtik kardeşimle, hiç bir olağan dışı durum yok. Atatürk havalimanı sapağına geldiğimizde bir kaç tane jandarma aracı gördük ama bu da bize olağan geldi. Limana vardım vedalaştık. Gemiye geldiğimde darbe girişimi olduğu söylendi. Zaten gerisini biliyorsunuz. Kardeşimin eve varması 7 saat sürdü. Zaten girişim de, o kadar da bitti. Gurbet ve özlem kelimelerinin anlamları sadece yaşayanların bileceği bir duygu. Denizcilik, yaşadığımız hayatın su gibi akıp gitmesi gibi…

Öte yandan Aklım babamdaydı… Mümkün olduğunca eşim çocuklarımdan daha çok babamı takip ediyordum, yemeğini yedi mi, nasıl? Problem var mı? Aklımda hep karnındaki tümördeydi. Babamın ameliyatından sonra ben gemiye katılmadan önce yedek subay kardeşim Kıbrıs’tan İstanbul’a babamızın durumu sebebiyle tayin istemişti, hastane raporları gönderilmiş haliyle çok koşturulmuştu. Tayinine kesin gözüyle bakılıyordu kardeşimin. Fakat 15 Temmuz girişimi sebebiyle tayin dairesinde bulunan tüm evraklar yakıldığından kardeşimin evrak ve tayin işi de tabi ki iptal oldu.

Sonra OHAL, Bu sebeple babamız bu süreçte biraz yalnız kaldı. Kardeşimin tezkeresi kasım ayındaydı. Bende gemiden kasım sonu ayrılacaktım, seferin uzamasıyla 10 Aralık günü ayrılabildim.  Babamın karnı içerisinde kalan tümör sebebiyle ağustos ayının sonlarında damardan kemoterapi alarak, hem tümörün büyümesinin önüne geçilir hem de küçültülebilir umuduyla başladık. Babamın tabi ki tümörden haberi olmadığından kan içerisinde gözle görülmeyen kötü hücrelerin gitmesi için diye bir yalan uydurduk.  Hastalığının ilk başından vefatından bir gün öncesi akşama kadar babamıza hastalığının gerçekleri ile ilgili birçok yalan söyledim. Hatta en yakın akrabalarımıza büyüklerimize bile. Bence doğrusu buydu, babamın ihtiyacı, başında ona acır gözlerle bakan insanlar değildi. Moral her hastalıkta olduğu gibi ihtiyaçtı. Hatta şöyle bir örnek vereyim, ameliyat öncesi su dahi içemeyen babam, ameliyat olacağı hastanede bir gün önce öğle yemeği geldiğinde şaşırtıcı şekilde az da olsa yemek yemişti. Moral!!

Kasım ayında kardeşimi aldıktan sonra babamın son aldığı kemoterapi onu çok sarstı. Kemoterapi faydadan çok zarar veriyor izlenimine geçti. Yemek yemesi tekrar azaldı. Tabi asıl olan kemoterapinin fayda etmemesi ve tümörün büyüme haline dönmesiydi. Babam yine sosyal hayatından uzaklaşmaya vaktini evde geçirmeye başlamıştı.

Kaçınılmaz sona doğru yaklaşıyorduk. Aralık ayının son günlerinde Son görüşmemizde doktorumuz ister istemez kalan süreyi paylaştı bizimle. Tüm çabalarımız boşuna mıydı? Kesinlikle değildi. Taburcu olduğu gün beraber çay içtik ya her şeye bedeldi…

Vefatından sonra neredeyse bu zamana kadar hastalık süresince yaşadıklarımızı düşündüm durdum. Üzüldüm, kahroldum. Bazı şeylere gücümüz yetmiyor. Bir gün buluşacağımızın bilincinde olunca insan biraz daha hafifliyor. Babamızı toprağa bıraktıktan sonra ayaklarım yere sağlam basmıyor, omuzlarım düşük, içimde kalıcı hiç geçmeyen bir yara var. Her gün kardeşlerim annem ve eşimle babamızı anıyoruz. Şimdi o da olsa demekten kendimizi alamıyoruz…

Hepimiz eksiğiz…

Küçükken yatağımın başına gelip seninle hep arkadaş olalım dediğini hiç unutmam. Bu hayatta babamdan daha iyi arkadaşım, dostum olmadı. Beraber geçirdiğimiz her zaman hep keyif aldık babamızla… Hiç gözümüz dışarıda olmadı. Hep birbirimize yettik.

 

Çok özlüyorum…

Muhabbetlerimizi, oyunlarımızı, şakalaşmalarımızı, mesela babam durup dururken, telefonla arar bir fıkra öğrenmiş anlatır gülüşür sonra kapardık teli. Mesafeleri bile aşmıştık. Kalplerimiz birdi. Hem ailesini hem de insanları mutlu etmeyi çok severdi. Karşındakinden daha mutlu olurdu. Hiç zorlama hareketleri yoktu. Kısa da olsa babamızla geçirdiğimiz belki çoğu kimsenin hiç tadamadığı güzel duyguları yaşattı bize babam. Bir meselemiz olduğunda bizimle hep büyük adammışız gibi konuşur, saygı gösterirdi. En ufak sıkıntımızda hep yanımızda ilk o vardı.

Onun kadar iyi kalpli biri olabilir miyim bilmiyorum. Babam zaten böyleydi. Çabalamasına gerek yoktu bunun için. Sahip olduğumuz her şey o ve annem sayesindedir. Nurlar içinde yat baba, Allah’ın rahmeti üzerine olsun, emanetin bizde…

Sizinle son olarak babamızın yaklaşık 7 sene önce bizim için hatıra defterine yazmış olduğu yazıdan 2 paragraf paylaşmak istiyorum.

19.12.2010

Evlatlarım

Bu yazım, satırlarım bir insanın son satırları gibi algılanabilir. Üzülmeyin, hercanlı gibi doğduk, büyüdük bizlerde herkes gibi bu dünyadan göçüp gideceğiz, Bizlerden önce ne büyüklerimiz vardı nerdeler? Hepsi göçüp gittiler, hepsinin mekanları cennet olsun.

Birbirinizden kopmayın, dosta düşmana karşı kendinizi küçük düşürmeyin, büyüklerinize saygıyı küçüklerinize sevgiyi bugün olduğu gibi yarınlarda da devam ettirin, mücadeleniz gücünüz yettiği kadar olsun, hayallerinizin  peşinden koşun ama bu hayaller ve arzular boş olmasın. Eminim her zaman bilgi ve birikimlerinizi üst üste koyarak büyüyeceksiniz.”

Babanız Ayhan ŞİŞMAN

….

Bu vesileyle tekrar haklarınızı helal edin lütfen. Hastalığının başından sonuna kadar yanında olan herkese teşekkürlerimi sunarım.

Hadi şimdi şanslı olanlar gidip babalarına veya annelerine daha şanslı olanlar her ikisine birden sarılıp, öpüp; dizlerinin dibine yatsınlar.

Kaptan Abdullah ŞİŞMAN

 

Yorumlar

Tema Tasarım | AnatoliaWeb