Ana Sayfa Yazarlar 23.12.2018 1820 Görüntüleme
Mehmet Mahmut YILDIZ

ŞAHLANIŞ HAREKETİ GENEL BAŞKANI

ŞAHLANIŞ HAREKETİNİN PENCERESİNDEN TÜRKİYE GERÇEKLERİ

Türkiye bir türlü çıkamadığı seçim ortamlarından birini daha yaşamakta. Rüşvetler, daha kibar bir ifadeyle vaatler havada uçuşuyor. Belediye başkan adayları birer birer açıklanıyor. Bu iş yapılırken konuşulması gerekenler projeler olmalıyken onlardan söz eden yok. Yalnızca matematiksel birtakım denklemler üzerinde çalışılmakta. İttifaklar kotarılmakta. Gerçekten adam olan değil de kazanacak adam aranmakta.

Adaylar belirlenirken seçmene soran parti yok zaten. Devlet Bahçeli, pek çok ilde aday çıkarmadı. Şimdi Ankara’da, bir zamanlar neredeyse oy verene sövdüğü iktidar partisinin adayına oy verecek. Bir kısım AKP seçmeni, ise MHP’li adaylara oy vermek durumunda. Benzer bir durum muhalefet, Millet ittifakı için de söz konusu.

Anladık, siyasette merhum Demirel’in dediği gibi ”Dün dündür, bugün bugündür.” de unvanı siyasetçi de olsa dün tükürürken yarın tükürdüğünü yalamak zorunda kalacağını da düşünmeli insan.

Türkiye’nin, vatandaşın derdi seçim mi peki? Asla. En büyük dert geçim. Asgari ölçülerde insani bir geçim düzeyi sağlamak derdinde vatandaşımız.

Adalet bir kişinin iki dudağını gözetmekte. Ülkenin gerçek anlamda en önemli sigortası, yürütmenin freni olması gereken yargı, iradesini tümüyle tek kişiye ipotek etmiş durumda. Dün onun övdüğüne sövenleri dövüyordu. O, dün övdüklerine sövmeye başlayınca, yargının kararları da tersine döndü. Delilmiş, hukukmuş. Hepsi teferruat. Varsa yoksa lidere itaat.

TBMM tüm etkinliğini yitirdi. Mecliste 600 lider vekili var ama milletvekili yok. Yüksek maaşlı, imtiyazlı bir sınıf olarak meclisi işgal eden ama tek kişinin, bir fani kulun iradesine kul olmuş bir kuru kalabalık.

MHP’yi yedeğine alan AKP, dünkü vaatlerini içeren yasa tekliflerini ve soruşturma önergelerini bile geri çevirmekte. MHP’nin tek bahanesi var. Yüzde yüz haklı olan ve bir zamanlar savunduğu doğrultudaki bir önerinin altında HDP’nin imzası varsa onun ya red oyuyla doğrudan ya da çekimser oyla, dolaylı biçimde karşısında.

Türkiye’nin en büyük meselesi geçim demiştik ya,  en dertli kesimlerden biri de ‘EYT’ diye tanımlanan “EMEKLİLİKTE YAŞA TAKILANLAR”. Bunlar, emekli olmalarına yetecek prim gün sayısını doldurdukları halde emeklilik yaşı gelmediği için emekli olamayanlar. Ya çalışacaklar, ya da ayrılıp yaş hadlerini dolduruncaya kadar sürünerek veya kaçak çalışarak gün sayacaklar.

İktidar kanadı bu konuyla ilgili meclise sunulan önergeye kesin biçimde karşı çıktı. MHP ise aslında teklifin yanındaydı. Ama işin yarısında iktidarın kuyruğuna tutunmayı seçti.

Erken emeklilik elbette ülke şartlarında çok savunulacak şey değil; ama bu ülkede ölmeden gerçek anlamda emekli olabilen yalnızca meclisteki kuru kalabalık var. Bu ülkenin emeklileri, emeklilik sonrası çalışmadan geçinebilecekleri bir emekli maaşı alamıyorlar. Onları bu insafsızlığa terk edenlerin en tepesindeki zat, kendisinin emekli maaşı üzerine bir de cumhurbaşkanı maaşı almakta. Hiçbir faturasını kendi ödememekte. Tüm harcamaları devletçe karşılanmakta olduğu halde, aslında sorumlusu olduğu tablodan utanacak yerde;  onların bu zorunlu sefaletiyle ”ÇİFT DİKİŞ, OH NE ÂLÂ…!” diyerek dalga geçmekte.

Doğrudur. Bu insanların hemen tamamı, emekli olduktan sonra, kayıtlı-kayıtsız ikinci bir işte çalışacaklardır da bunu keyiflerinden, canları sıkıldığından değil de aylık bağlama oranlarını iyice düşürüp de onları mahkûm ettiğiniz sefaletten bir nebze kurtulabilmek için yapmak zorundalar.

Hem onlar, işe girerken devlete güvenerek bir sözleşme yaptılar. Devlet bir söz verdi onlara: ” Şu kadar prim ödediğin takdirde, şu yaşa gelince sana emekli aylığı bağlayacağım.” dedi. Sonra ne oldu? Hükûmet, hiç tükenmeyen bahanelerinden birini, SOSYAL GÜVENLİK açığını gerekçe göstererek oyunun ortasında sözleşmenin diğer tarafına, çalışanına sormadan kural değiştirdi. Yeni icat ettiği, “Hak sahibi değil de güç sahibi haklıdır(!)” kuralıyla, tüm kazanılmış hakları bir kenara süpürüp attı.

İktidar yıllardır bir kural tanımazlıkla yönetiyor ülkeyi. Bunu yaparken de en temel gerekçesi, girdiği her seçimi kazanmış olması. “Madem seçim kazanıyoruz o halde vatandaş memnun. Siz haklı olsaydınız vatandaş bize değil de size oy verirdi.” Bu savunma, yalnızca muhalefetin çapsızlığını işaret etmesi bakımından tutarlılık taşıyor. Yoksa kazanmak asla haklılığın ya da başarının ölçüsü değildir.

Gayrimeşru kazanca sahip zengin biri, eli kanlı bir mafya lideri bile, farklı dinamiklerin devreye girmesiyle pek çok seçimi kazanabilir. Bu, onun yönetim başarısının, ahlâkının değil de başka alanlardaki yeteneklerinin eseridir.

Türkiye iyi yönetilmiyor. Özellikle ekonomik dengeler ters-yüz olmuş durumda. Gelir dağılımındaki uçurum giderek derinleşmekte. İktidar rakamlarla ne kadar oynarsa oynasın gerçekleri gizleyemiyor. Şişirilmiş büyüme rakamları vatandaşı ilgilendirmiyor. Bankalar büyüyor, rantiye büyüyor; vatandaş küçülüyor.

Cumhurbaşkanı durmadan kuru-sıkı salladığı faiz lobisinin koynundan hiç çıkmıyor. Bir yandan dövize savaş açıyor, bir yandan dövize dayalı yatırım sözleşmeleri yapıyor. Dövize dayalı hazine bonosu çıkarıyor. Vatandaşa, “Türk lirasına güvenin.” diyor; ama uygulamaları, tam aksini söylüyor.

Ne parti genel başkanı olan cumhurbaşkanının ne de eklentilerinin söyleyecek sözleri kalmadı artık. Her sözü biten gibi, saldırmaya ve hakarete başladılar bu yüzden. En ufak bir eleştiri yönelten herkes şucu-bucu; hain, terörist; vatan-millet düşmanı. Memleketi bu hale getiren kendileri masum; ama hatalarını söyleyenler suçlu.

Yağmalarını, usulsüzlüklerini ortaya çıkaran Sayıştay denetçilerini görevden alıyorlar, yağmacıları değil. Geçmişteki banka hortumlamalarını ima ederek “Hortumlarını kestik.” diyorlardı. Kestiler Allah için; ama kendilerine bağladılar. Kalan parçalarını da metresi 78 (YETMİŞ SEKİZ) liraya belediyelere taktılar. Kendilerini baştan beri sıkan Milli görüş gömleğinden sıyrılmadıkları günlerde “Rüşvet alan da veren de melundur.” diyorlardı. Ufak bir değişiklik yaptılar şimdilerde. “Rüşvet alan da veren de memnundur.” oldu yeni ilke. Bir harf çıkarıp iki harf eklemek büyük günah sayılmaz nasılsa(!)

En iyi savunma saldırıdır derler ya hani. Onu yapıyor yıllarca bu iktidar ve başı. Kemikleri bile toprak olmuş insanlara saldırıyor durmadan. O yetmiyor. Bir zamanlar şamar oğlanı olan DOĞAN MEDYA grubunu kendine kuyruk yaptığı için ona sallayamıyor ya; bu kez bir TV haber sunucusunu,-onun söylediklerini kasten tam aksi biçimde yorumlayarak- tehdit ediyor, yargıya talimat veriyor. Öylesine öfkeli ki fareye saldırmanın aslanı küçültüp fareyi büyüteceğini düşünemiyor bile.

İktidar, yıllardır kendi yanlışlarını görmeyelim diye, parmağını gözümüze, gözümüze sokuyor. Ama bunu yaparken üç parmağının kendini, asıl suçluyu gösterdiğinin farkında değil. Şu anki Türkiye, 16 yıllık yönetimin aynadaki yansımasından başka bir şey değil. Ama iktidar artık düzelemeyeceği kadar yamulduğu için kendini düzeltemiyor ve son bir gayretle aynaya saldırıyor.

Ancak ne yaparsa yapsın, muhalefet ne ölçüde çapsız olursa olsun; ülkeyi üretmeyen, tümüyle dışa bağımlı, uluslararası sisteme göbeğinden bağlı hale getiren hükûmetler, tarihin çöplüğüne atılacaklardır. Kaçınılmaz son yakındır.

En kalbi saygılarımla…

 

Yorumlar

Tema Tasarım | AnatoliaWeb